Haftaya Bakış (260): Boykotun sonuçları | Maltepe mitingini beklerken

28.03.2025 medyascope.tv

28 Mart 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can'la 19 Mart sürecini konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba.

Ruşen Çakır: Yarın Maltepe'de saat 12.00 olarak açıklanan miting var. Bayağı iddialı. Birkaç gün ara verildi mitinglere. En son Salı günü mü yapıldı?
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: Sen Saraçhane’deki o mitinge gittin.
Kemal Can: Evet

Ruşen Çakır: Salı günü yapıldı. Çarşamba günü İBB’nin yeni meclis başkan vekili seçildi. Ondan sonrası belli bir düzende gidiyor. Öğrencilerin bazı yerlerde yaptıkları gösteriler, ODTÜ'de polisin saldırısı var. Protestolar Salı’dan sonra biraz sakinleşti gibi. Ama yarın Maltepe’deki miting için çok iddialılar. Nasıl bir miting olacak, neler söylenecek? Bütün bunlar bir anlamda yeni bir ara gaz gibi bir şey olacak. Sen Saraçhane’deki son mitinge gittin. Araya giren zamanı hesaba katarak, bir de bayramın ilk günü…
Kemal Can: Arife günü.

Ruşen Çakır: Arife mi, bayram mı?
Kemal Can: Yarın Arife.

Ruşen Çakır: Kafam karıştı. Evet, arife günü. Neyse. sen de görmüşsündür, katılımın en önemli özelliği de, CHP'liler var, ama herkes de var, değil mi? Neydi senin gördüklerin, özel olarak dikkatini çeken neydi?
Kemal Can: Kişisel gözlemlerle profil çıkartmak ya da oraya katılan kitleyi doğrudan gözlemlerle tanımlamaya çalışmak, belki hatalı, eksik tarafları olabilir. Ama görerek ya da hissederek bazı şeylerin ipuçlarını da görmek mümkün. Birincisi, hep konuşuldu, çok da fazla gündeme geldi; gösterilerde çok karma bir profil var. Evet, gençlerin, öğrenci gençlerin ağırlığı belirgin. Bir kısmı belki öğrenci, ama asıl olarak yoksul kesimlerden, mahallelerden ya da çevrelerden gelen yoksul ve çalışan gençlerin, aslında hem taşıdıkları dövizler itibariyle, hem oradaki hareketliliğe katılma biçimleriyle hem temel talep ve iddialarıyla pek çok şeyi temsil ettikleri, hatta görünürlük konusunda da bir yarışa girdikleri anlaşılıyor. Politik yelpazenin içerisinde de, özellikle Gezi’yle yapılan kıyaslamalarda, hem kullanılan semboller, bozkurt işaretlerinin yoğunluğu, hem de bazı dövizlerdeki sloganlar, milliyetçi dozun daha fazla olduğu intibaını yaratıyor. Ama Saraçhane süreci boyunca Saraçhane’deki mitingleri doğrudan doğruya ‘’ağırlıklı olarak şu çevre yürüttü’’ demek zor. CHP'nin kendi kitlesi var, ama CHP'nin geleneksel kitlesinin belirleyiciliği o kadar yüksek değildi. Şimdi Maltepe mitingi belki biraz daha parti mitingi hüviyetine de kavuşabilir. Çünkü Saraçhane'yi kapatırken, Saraçhane bir nöbet ve demokrasi nöbeti gibi kurgulanmıştı. Maltepe ise ana muhalefet partisi olarak CHP'nin yeni bir aşamayı başlatacağı başlangıç noktası olarak tarif edildi. Dolayısıyla orada bir güç göstermek belirleyici bir şey olacak ve onun için muhtemelen teşkilat bazında bir yüklenmeyi göreceğiz. Şimdi bayram tatilinin uzatılması, birtakım ulaşım zorlukları yaratılması ya da buna benzer bazı iktidar hamleleriyle, mitingin, olabileceğinden daha zayıf olması için muhtemelen bir çaba olacak. CHP de buna karşılık orayı güçlü bir gövde gösterisine çevirecek. Ama zaten hatırlıyorsan, süreç başladığı andan itibaren konuştuğumuz şuydu: Bu, uzun soluklu bir dayanıklılık meselesi.

Ruşen Çakır: Evet ve orada şöyle bir husus var bence. İlk gün insanlar bayağı bir korktu. Çünkü çok sert hamleler geldi iktidardan. Ekrem İmamoğlu'nu aldı, iki ilçe belediye başkanını aldı, çok sayıda kişiyi aldı. Bu, nereye gideceği belli olmayan bir süreç. Ekonomi allak bullak oldu, insanlar ürktü. Ama sonra, insanlar ilk gün Saraçhane'ye gittiler. İstanbul Üniversitesi'nde öğrencileri protestoyu başlattı ve insanlar baktılar ki bu galiba tek aktörlü bir oyun değil. Saraçhane ilk gün biraz zayıftı. Ama sonra adım adım gelişti. Gezi zamanında da böyle bir şey olmuştu. Korku eşiğinin aşılması diye bir şey var. İlk başta hakikaten herkes ‘’beni de mi alırlar?’’ diye ürküyor. Tabii herkes alınmayı beklemiyor. Herkes derken, bir şekilde CHP'li belediye başkanları, CHP'li milletvekilleri ya da gazeteciler diyelim. Ama sonra bir toparlanma oldu ve orada bence en büyük başarı, bir provokasyon olmadı. Muhakkak değişik yöntemlerle provoke etmek istemişlerdir. Erdoğan'ın annesine küfür olayı önemliydi. Onu bayağı kullanmak istediler ama Gezi’deki kadar büyütemediler. O Şehzadebaşı Camii’ndeki mezar taşlarının kırılması hikâyesi de çok fazla yürümedi. Orada birbirinden farklı insanlar var. Mesela Öcalan’la, şunla bunla ilgili, küfreden posterler görüyorum. Bunlar kavga nedeni olabilecek şeyler.
Kemal Can: Ben biraz da özel olarak bunu gözlemlemek istedim. Çünkü bütün bu tartışmalar başlamıştı ve bu meseleyi gidip yerinde biraz gözlemlemeyi istedim. Orada görünürlükle gerçek ağırlık arasında bir açı olduğunu müşahede ettim. Zaten böyle bir şey olduğunu tahmin ediyordum, ama ben izlenim olarak buna da sahibim. Senin demin söylediğin şey önemli. Evet, bir korku eşiğinin aşılması, insanların kendilerini güvende hissetmesi önemli bir faktör. Ama bu tepkisel faktörün yanında, bir başka faktör daha işliyor. Bu Gezi’de de böyle olmuştu, bu olayda da bence işledi. Konda'nın son araştırması da bunu gösteriyor. İtirazı haklı bulup, olmakta olanın parçası, yaşananın parçası olmayı istemek. Çünkü Konda’nın araştırmasına göre de bir kısmı, %20 küsuru doğrudan, %50'si de provokasyon olmazsa, problem olmazsa iyidir diyor. Ama önemli bir kesim, bu itirazın, bu protestoların haklı olduğunu, meşru olduğunu düşünüyor. Asıl güçlendiren, her geçen gün biraz daha kalabalıklaştıran ve finalinde de o ön seçimi de büyük bir kitlesel destek katılımına götüren şey, yaşanana bakan insanların, onun bir parçası olmayı istemeleriyle ilgili bir şey. Kendisiyle ilgili yaşadığı problemler, ülkeyle ilgili duyduğu kaygı, gelecekle ilgili çaresizlik hissi, pek çok motivasyon, o yaşanan şeyin parçası olma ihtiyacını ya da onun dışında kalmama ihtiyacını insanlara yaşattı. Bu önemli bir şey. Oy vererek, Saraçhane’ye giderek, dâhil olmak istediler, onun bir parçası olmak istediler.

Ruşen Çakır: Bence burada çok önemli bir başka husus da var. Bir tarafta toplum var, diğer tarafta devlet ve yargı var. Hatta ben bu sabah bu konuyla ilgili bir yayın https://medyascope.tv/2025/03/28/bunlar-yasanirken-akp-ne-yapiyor-rusen-cakir-yorumladi-video/ da yaptım. AK Parti bile yok, Kemal. Parti teşkilatı yok, bilmem ne yok.
Kemal Can: Zaten he, “AKP içerisinde de başka düşünenler var” diye çıkar ya. İki buçuk gün sürmedi o kulisler. Çünkü o kadar yalan bir şeydi ki.

Ruşen Çakır: Çünkü AK Parti diye bir şey yok. Erdoğan'a bakıyorlar, Erdoğan'ı dinliyorlar. Mesela turp deyince, oradaki milletvekillerinin kimisi, “Hâlâ elimizde bir cephane var” diyor. Kimisi de büyük bir ihtimalle, ‘’ilk turptan bu kadar ağzımız yandı, yeni bir turp çıkarsa toparlayamayız’’ diye düşünüyor, ama hiç kimse bunu açıkça dile getiremiyor. Mesela Gezi’de, kısmen, sokakta bir şeyler yapan, ama genellikle kriminal de olsa bir şeyler yapmaya çalışan insanlar vardı; Tophane’deki palalı gibi. Burada öteki taraf diye bir şey yok. Türkiye'de, devlete karşı, devletin yargısına karşı toplumun önemli bir kesiminin itirazı var ve birileri de kalkıp, “Öyle diyorsunuz, ama sizin adamlar da yemiş” diyemiyor. Bunlar “Ne yüzle rüşvet alan adamı savunuyorsunuz?” diyemiyorlar. Erdoğan prompter’dan okuyor. Birbirlerinin yüzlerine bakamayacaklar. Daha önce de söylemişti, hiç de öyle bir şey olmadı.
Kemal Can: Çünkü toplumun, kamuoyunun çoğunluğu, iddialara değil, iddiaların gündeme getirilme gerekçesine bakarak karar verdi. Çünkü istediğiniz iddiayı ortaya atın, bu iddiayı ortaya atma gerekçeniz siyasi bir gerekçe. Dolayısıyla insanlar bu gerekçeye baktılar, iddialara kimse bakmadı. İddiaların zayıflığı ayrı bir yana…

Ruşen Çakır: Yok öyle bir şey.
Kemal Can: Zaten yok, boş. Boş olmasa bile, aynı anda bir gün önce diplomayı iptal et, ertesi gün gözaltına al, iki gün sonra herkesi tutukla. Erdoğan'ın ya da hükümetin iddia ettiği gibi, bunun hukuki bir süreç olduğuna ikna olması için, insanın kendi zekâsına hakaret etmesi lazım. Değil diğerlerine hakkaniyeti, kendisine saygısı olan biri bunu böyle değerlendiremez.

Ruşen Çakır: Bugün yayına https://medyascope.tv/2025/03/28/imamoglunun-avukati-fikret-ilkiz-tutuklamalari-yorumladi-video/ İmamoğlu’nun avukatlarından Fikret Ağabey’i konuk aldım. Fikret İlkiz'i sen de iyi tanırsın. Ona da dosyada ne olduğunu sordum. Dosyada hiçbir şey yok. Mesela, 17-25 Aralık'tan aklımızda bazı şeyler var, değil mi? Görüntüler var, saat var, peçeteye yazılmış bilmem ne var, telefon konuşmaları var, şu var bu var. Bu dosyada ise Meşe, Ladin, Çınar gibi tuhaf kod adlı birtakım tanıkların “duydum ki,’’ böyle olabilir” şeklinde verdiği ifadeler. Onların da ne olduğunu bilmiyoruz. Mesela bize şöyle bir şey sunmuyor birileri. Daha doğrusu iktidar yanlısı medya yazıyor olabilir ama kamuoyuna yaygın bir şekilde, ‘’bilmem ne yalısına el koymuş’’ ya da ‘’bilmem nereden 1 trilyon götürmüş gibi bir şey de yok. Var mı, ben mi kaçırdım? “Duydunuz mu? Şunu yapmış, bunu yapmış” diye ortada dolaşan hiçbir şey de yok.
Kemal Can: Bu, şu inancın sonucu: Senelerdir doğru olmayan şeyleri “Montajdı, bilmem neydi, her türlü aracı biz koyarız. Kimseyi de ikna etmek zorunda değiliz” diye zaten birileri peşin olarak alır kullanır. Şimdi o, bu sefer pek çalışmadı. Diğerlerinde de çalışmıyordu ama buna reaksiyon oluşmuyordu. Şimdi çok bariz biçimde bir reaksiyon var. Bunun onlarca örneği var; İstanbul seçiminin iptali, Gezi Davası, diğer bütün siyasi davalar, daha önce yine başka kayyum atamalarındaki hamleler, şimdiki operasyon… Artık o kadar çok kullanılmış ve asıl olarak kendi hedef kitlesi açısından da o kadar çok kullanımdan dolayı yıpranmış bir şey ki, bugün iktidar medyasında böyle ayaklara kalkıp Vileda sopalarıyla çizdikleri grafiklerle anlattıkları şeyi kimse oturup dinlemiyor. Çünkü oradan bir şey öğreneceği, kullanacak niyeti varsa bile oradan kullanabileceği, çıkıp kahvede bir CHP'liye söyleyebilecek, iki tane argüman sağlayacak tutarlılıkta bir şey bile yok.  Ama inanmaya niyetli olanı bile zorlayan bir operasyon kalabalığı var.

Ruşen Çakır: Mesela bunu nerede görüyoruz? Espressolab önünde namaz kılanlar, iftardan sonra oraya giden AK Partili milletvekilleri. Bu firma daha önce, “Bizim ne alakamız var?” diye bir açıklama yayınlamıştı. Varmış alakaları ki bayağı bir şey çıktı. Şimdi bu boykot meselesini ilk duyduğumda, “Hadi ya!” dedim. Sonra baktım hakikaten başarılı oldu. Şuradan başarılı: Benim bir muhafazakâr bir dostum, arkadaşım var. “Sence olur mu olmaz mı?” diye mesajlaşıyoruz. “Ben oldu bile” dedim. O ticaret yapan birisi, “Ben ciroya bakarım” dedi. Ben de “Ciroya ne bakıyorsun? Siyasi olarak baktığın zaman bu oldu” dedim. Düşünsene, bakanlar laf yetiştiriyor, Cumhurbaşkanı laf yetiştiriyor, Ömer Çelik laf yetiştiriyor, İstanbul İl Başkanı laf yetiştiriyor, keza Adalet Bakanı. Sonra, siteye erişim engeli getiriliyor. İnsanlar o kahve dükkanının kapısında ellerinde D&R poşetleriyle bekliyor. Bir tek şey kaldı. Bakalım İddia ve Milli Piyango konusunda ne yapacaklar? Orada da iddia kuponu oynayan AK Partililer mi olacak bilemiyorum? Açıkçası boykot çağrısı bayağı bir etkili oldu, iktidar bunu yaratıcı bir fikir olarak kabul etti. Ben açıkçası ilk başta, “Bula bula bunu mu buldunuz?” demelerini bekledim.
Kemal Can: Evet, kırmızı kart muamelesi görebilirdi.

Ruşen Çakır: Göremedi.
Kemal Can: Görebilirdi, ama öyle işlemedi. Evet, meydanlara çıkmak, polisin gaz atmasına rağmen direnmeye devam etmek, öğrencilerin kararlılığı, o korku duvarlarını açmak önemli, ama kilit bir şey var. Demin söylediğimi tekrar edeceğim: Yapılan her şeyin parçası olma isteğini geniş kesimlere yayabiliyorsanız, başarı da o kadar önemli olmaz. Yani kısa vadede büyük başarılar elde etmeyebilirsiniz. Zaten iktidarın seçimler konusunda da, siyaset konusunda da muhalefeti sıkıştırdığı şey, böyle bir kesin skor gibi, ‘’Aldın ya da almadın, başka seçenek yok’’ tavrı. Hayır, etkili olmak diye bir seçenek var. Kazanıp kazanmamanın dışında bir şey bu.  Kazanmadığında da etkili olabileceğin bir şey. Şimdi muhalefet pek çok insanın parçası olmayı istediği bir dinamizm yarattı ve bunu devam ettirebilirse, korku eşiğine yeni şeyler eklemenin de bir faydası olmaz. Çünkü sorun, cesaret ve korku ikileminden doğmuyor. Bunun parçası olmak ve bu itirazın kararlılığına ilişkin bir dayanıklılık. Şimdi bu, bir yandan böyle yaratıcı fikirlerle gidecek, bir yandan da iktidarın kendi attığı adımlardaki hatalarla gidecek.  Şimdi mesela boykota refleks olarak geliştirilen şey ne? ‘’Bizim kafe’’ muamelesi yapmak. Boykotun ilk gününde o ticari işletmelerin “Biz taraf değiliz, bize dokunmayın,” lafını ezen, tam tersine, ‘’Bunlar bizim adamlar’’ muamelesiyle, onları etiketleyen bir hamle yapıyorlar. Şimdi aynı şeyi medya konusundaki açık baskıda görüyoruz. Bu baskı, doğrudan 10 gün birini, 5 gün birini kapatan bir hamleye dönüştü. Aslında yaptıklarınızla karşıdakini gücünü göstermeye ve fütursuzluğunu artırmaya mecbur bırakıyorsunuz. Bu, hep itiraz ettiğim gibi, “Korkuyorlar, bakın nasıl korktular? Bakın korktukları için bunu yapıyorlar” meselesi değil. İktidarın senelerdir yaptığı nedir? Kendi hamleleri dışında, muhalefeti hep belirli hamlelere zorlamak. Bu hamleler genellikle de çekinik, “Aman bize bir halel gelir. Bize bir şey derler. Aman konsolide olurlar” hamlelerine mecbur bırakmak. Şimdiyse iktidar bu saldırganlığını doz doz arttırarak, kendisini bu döngüye mecbur bırakmış durumda, başka seçeneği yok. Ama bunun karşısında eğer bu dayanıklılığını sağlayabilirse, o zaman başka bir şeyi tartışıyor olabiliriz.

Ruşen Çakır: Demin bahsettiğin RTÜK yasakları mesela. Bir tarafta, CHP bazı medya kuruluşlarının boykotunu söylüyor. Bu tamamen insanlara kalmış. İzlersin, izlemezsin. Orada bir not düşeyim. Mesela TGRT bu boykot listesinde. TGRT'de sözüm ona muhalif insanlar çıkıyor, “Bu boykot meselesinde çok yanlış yapılıyor” minvalinde konuşuyorlar. Onu bir not olarak düşmek lazım. Acayip bir durum. Şimdi sen sivil bir hareket başlatıyorsun, sivil itaatsizlik hamlesi yapıyorsun. Devlet medyaya sopa gösteriyor. Ama ne sopa! 10 gün Sözcü TV’ye ekran karartma, Halk TV ve Tele1’e beş kez program durdurma ve para cezası, NOW TV’ye para cezası.
Kemal Can: Artık sopa göstermiyor, vuruyor dememiz lazım.

Ruşen Çakır: Korkunç bir şey. Boykot çağrısını basın özgürlüğünü ihlal olarak algılayıp bu tür açıklamalar yaptılar. Öyle bir ihlal yok. Ben istediğimi okurum, okumam. İnsanlara “Şu yazarı okumayın kardeşim” derim. Bunu söylediğim zaman o yazarın ifade özgürlüğünü engellemiyorum ki. Başka bir şey yapıyorum. Onu içeri atın dersem…
Kemal Can: …Ve bu güç senin elinde varsa müdahale olur.

Ruşen Çakır: Evet. Ya da ona saldırtırsam, fiziki olarak bir zarar verdirtirsem. Ama öteki türlü, “Okumayın, izlemeyin. Beni izleyin, onu izlemeyin” derim. Ne olacak, bunda ne var? Ama öteki taraf ne yapıyor? Buna cevap veremiyor. “Arkadaşlar niye bilmem ne kanalını izlemiyorsunuz? O olayları, gerçekleri anlatıyor” deyip bir yarışa girmek yerine, mesela CNN Türk boykot ediliyor, CNN Türk'ün rakibi Sözcü TV’ye yasak geliyor. Korkunç hakkaniyetsiz bir şey. Yani birisini bağlayıp tutuyor, ötekisine saldırıyor. Ve anladığım kadarıyla, bu yeni Gezi hikâyesinde, yine medyada Halk TV'nin o zamanki iki yöneticisine pasaport engeli çıktı. O bir işaret. İsmail Saymaz’ın gözaltına alınıp sonra ev hapsi de aynı kapsamda. Yani bir avuç medya kuruluşu var, ona bile tahammül edemiyor iktidar. Çalışan insan, çıkan gazete olarak şöyle bir rakam versem yanılır mıyım? Bir taraf 10’sa, diğer taraf 1.
Kemal Can: Ekonomik gücü itibariyle de öyle.

Ruşen Çakır: Evet. Ama o ilginç bir şekilde kendi tabanını bile artık mobilize edemez hâle gelmiş durumda. Onların haberlerine bakıp oradan hareketle bir şey yapabilen insan da yok ve bence iktidarın en önemli sorunu çok net, uzun zamandan beri yaşanan bir şey. Erdoğan'ın en ciddi sorunu, medya bağlamında, kendisinden olmayan kesimlere mesaj iletebilme aracının kalmamış olması. Diyelim ki CHP’ye oy veren ya da kendisine asla oy vermeyecek kişilere yahut yakın zamana kadar oy verip de sonra vazgeçmiş kişilere bir şekilde ulaşabileceği mecra kalmadı. Çünkü her şeyi zehirlediler, yasakladılar. Kendi konfor alanında çıkıyor. Uçağa istediği gazetecileri alıyor. Sorular üç aşağı beş yukarı önceden belli. İstediği kanallara çıkıyor, orada da sorular üç aşağı belli. Herkes hazır ola geçmiş bir şekilde sorular soruyor. Yıllardır böyle bir oyun oynanıyor ama sonuçta da bir şeye ulaşamıyor.
Diyelim ki İmamoğlu olayında Erdoğan hakikaten çok güçlü bir pozisyona geldi; elinde çok acayip, güçlü argümanlar var. Bunu İmamoğlu'na oy vermiş insana nasıl anlatacak ve onu nasıl ikna edecek? Kendisi zaten yapamıyor. Kimi aracı koyacak? Kim kalkıp, “Arkadaşlar öyle diyorsunuz, ama olay öyle değil” diyecek? Böyle bir şey bitti. Öyle bir medya haritası oluşturdular ki kendi kendilerini tükettiler. Eskiden ne yapardı hatırlıyorsun. Biz NTV'de çalışırken her yere çıkar, en son röportajı NTV'ye verirdi, değil mi? Niçin NTV'ye verirdi? Çünkü kendisini sevmeyen insanların da ciddi bir şekilde önem verdiği bir kanal olduğu içindi bu. Her seçimde öyle yapmaz mıydı? Benim Ağrı’daki o meşhur olay da öyleydi. O benim son katıldığım canlı yayındır. Referandumda da, o gemicik olayının olduğu yer de. Hepsi öyleydi. Şimdi NTV'ye çıkıyor herhalde, ama kime ulaşıyor açıkçası emin değilim.
Kemal Can: Zaten artık bir yere çıkması da gerekmiyor, her yer onun her konuşmasını yayınlıyor zaten. Burada iki tane nokta var. Bir süre önceye kadar, bir süre dediğim 8,10 yıldan bu yana gelen kısmı işaret ederek söylüyorum, daha önceki süreçte, medyayı kültürel birtakım iktidar alanlarını ele geçirmeye çalışıyordu. Şimdiyse, ele geçirdiğinde artık bir işe yaramıyor. Bunun en çarpıcı örneği gazeteler. Ana akım gazetelerinin, ana akım televizyonlarının hepsini ele geçirdi. Ama ele geçirmiş olması, onları enstrüman olarak kullanabilmesini mümkün kılmadı. Hiçbir işine yaramadı. Onları öldürdü. Şu anda artık bu tür alanlar, kültürel iktidar alanları, fikrî iktidar alanları, medya gibi alanlarda bu ele geçirme kısmını bırakmış, şimdi imhaya yönelmiş durumda. Aslında benzer bir şey siyasi gündemde de var. Önceden Erdoğan'ın siyasi becerisi hep çok önemsenirdi. Ben o işte çok da bir beceri görmem. Ama şunu söylemek lazım: Siyasi enstrümanları kullanma konusunda ya da partisini bir seçim makinesi gibi çalıştırma konusunda avantajları olan bir yapıydı ve siyasi alanı kontrol etmek, gündemi yönetmek önemli bir araçtı. Böylece de siyasal, toplumsal desteğini, o hep söylenen konsolidasyonu mümkün kılıyordu. Bir süredir o araca da sahip değil. Buna sahip olmadığı için yaptığı şey, o alanı imha etmek. Yani kontrol edemediği alanı imha ederek pozisyon alıyor. Bu aslında bir yönetememe krizi diye yorumlanabilir ama aslında bir yönetme biçimi. Siyaseti imha ediyor. Daha önce hep ‘’muhalefeti dizayn ediyor, muhalefeti şekillendiriyor, muhalefeti kendi kurduğu gündeme mahkûm ediyor’’ gibi yorumlar çok yapılırdı. Şu andaysa artık bu siyasi araçları kullanmak yerine doğrudan imha ediyor, engelliyor ve önünden kaldırmaya çalışıyor. Bu aslında senin demin söylediğin gibi, bırak kendi dışındaki kesimlerin, artık kendisinin desteğini kaybettiği çevreleri bile yeniden kazanmakla ilgili bir umudu olmamasından kaynaklanıyor. Böyle bir umudu yok. Değil karşı tarafa bir şeyler anlatıp onların desteğini tekrar sağlamak, kendisinden vazgeçmiş olanları geri kazanmak konusunda bile elinde çok fazla bir imkân yok. Ama buna karşılık ne yapıyor? Artık, o hep iddia ettiği, sandığın, milli iradenin, seçimin ve ondan alınmış galibiyetlerin üzerinden kurduğu hegemonyası bozuluyor. Buna karşılık ne kuruyor? Güç hegemonyası. ‘’Benim gücüm ve elimde devlet imkânları var. Dolayısıyla seçimden siyasete, medyadan popüler alana ya da kültürel iktidara kadar her alanda, gücümle yapabileceklerimi sizin önünüze koyarım ve sizi engellerim. Size yaptırmam. Dolayısıyla seçimle beni yeneceğinizi sanmanızın bir anlamı yok. Çünkü seçimle beni yenip yenemeyeceğinize ilişkin kararın araçlarını elimde tutuyorum.’’ Bu, işler veya işlemez. Bunun karşısında toplum ve siyaset bir direnç gösterir göstermez, o ayrı bir tartışma, ki gösterme istidadı var. Bu ülkenin her zaman böyle bir geleneği de var. Ama yaptığı şeyin bu olduğunu da anlamak ve görmek lazım.

Ruşen Çakır: Ama bu, 2019'da tekrarlattığı seçimde de ya da 2024 yerel seçiminde de olmadı mesela. Acayip.
Kemal Can: Evet, olmadı ama o seçimi tekrarlattı. Şimdi de olmayacak bir şeyi yaptırıyor. Şu anda başarısız darbe girişiminin içerisinde miyiz? Rakibini hapse atmış, televizyon kanallarını kapatmış, insanları her gün birer birer, beşer beşer, onar onar topluyor. Avukatları bile gözaltına alıyor.

Ruşen Çakır: Avukat Mehmet Ali Çalışkan bırakıldı biliyorsun. Gerekçesi neymiş? Reform Enstitüsü’ne bağış yaptığı için.
Kemal Can: Dolayısıyla şimdi yaptığı şey bu; bunu anlamak gerekiyor. Şu anlamda anlamak gerekiyor: Bunun adını koymak ve buna göre bir şey yapmak. Şu anda muhalefetin ya da Saraçhane'nin başardığı dediğimiz, insanların parçası olmayı isteyecekleri bir potansiyelin var olmasını sağlayan şey, buna direnmek. Toplumda buna ilişkin bir vazgeçmeyi sağlayamadığı ve buna ilişkin direncin, onun vazgeçirme çabasından ya da güç gösterilerinden daha dirençli çıkması. Aslında karşı karşıya olduğumuz şey bu. Dolayısıyla savuşturulmuş bir darbe olup olmadığını önümüzdeki bu dayanıklılık testi gösterecek.

Ruşen Çakır: Şimdi onu arıyorum, tam cümleyi bulmaya çalışacağım. Çarşamba günü izledin mi Erdoğan'ı? Grup toplantısının sonunda ne dedi insanlara? “Hiçbir kardeşim tereddüt etmesin. Sahnelenen rezillikler karşısında hiç kimse öfkeye kapılmasın. Hiçbir yol arkadaşım karamsar ve umutsuz olmasın.” Nereden çıkıyor karamsar ve umutsuz olmak? İnsanlar, ‘’bunlar rezillik yapıyorlar, ülke mahvolacak’’ diye mi korkuyorlar, yoksa ‘’bunlar bizim elimizden iktidarı alacak’’ diye mi korkuyor? Konuşmasının sonunda: “Yarın elbet bizimdir” diyor. Bu bir muhalefet söylemi. Sen iktidarsın, bugün senin zaten. Biraz zorlama gelebilir ama ben o konuşmayı izledim, Erdoğan bir muhalefet lideri gibi konuştu. Sanki iktidar CHP, bu da ona laf yetiştiriyor gibi. 57 dakikalık bütün konuşmanın 55 dakikası CHP'ydi. Erdoğan'ın asla yapmadığı bir şey. Yer ayırır, ama araya icraat koyar, dış politika koyar. Şu ana kadar öyle değil miydi? Sen, şu anda ne olduğu belli değil diyorsun ya, ama çarşamba günkü o konuşması bence inisiyatifin Erdoğan'da olmadığının göstergesiydi. Sonra tekrar eline geçirir geçirmez, o ayrı. Neye umut bağlamış? Yeni turplara umut bağlamış. Şimdi adamın birisi çıkıyor, İş Bankası diyor. Onu yemliyorlar belli ki. İş Bankası'na kayyum atanacak. Ne olacak? ‘’ CHP İş Bankası'ndan şu kadar milyar çaldı’’ diyecekler. Ne olacak yani? Şimdi, “Karamsar olmayın, umutsuz olmayın” diyor. İnsanlar ‘’gelip bizi taşlarlar’’ diye korkmuyor ki, iktidar gidecek diye korkuyorlar. O da, “Yarın bizimdir, merak etmeyin. Milletimiz bizimledir” diyor. Millete ihtiyacı var ama ortada güçlü bir şekilde Erdoğan'dan yana bir millet yok.
Kemal Can: Hatırlarsan, daha önce Erdoğan'ın neredeyse muhalefete temas ettiği ya da sataşmak istediği her konuşmasında birinci parti vurgusu ve “Biz çoğunluğuz” vurgusu çok belirleyici bir şeydi. Gezi’de “%50+1'i zor tutuyorum” diyordu değil mi? Ama son 5 yılda çoğunluk fikri üzerinden hiç böyle bir cümle duydun mu Erdoğan’dan? Hatta bunun bir örneği de Devlet Bahçeli'nin 2015'teki %40-%60 hesabı çok çarpıcıdır. Bugün o %40-%60 hesabı tam tersine döndü. Şu anda Konda'nın son gösterilerle ilgili yaptığı anket dışında, senin de yayına https://medyascope.tv/2025/03/26/can-selcuki-turkiyede-bu-boykot-bir-bakis-acisi-degisiminin-mihenk-tasi-olacak-chp-boykot-stratejisi-stratejisi-tutar-mi-uzmani-yorumladi-video/ aldığın Can Selçuki’nin yaptığı araştırmada hem İmamoğlu'na yapılanlar, hem erken seçim talebi, hem de iktidara destek meselesi %60-%40'a döndü. Bundan 10 sene önce %60'ı iktidara yakın bir siyasi tablo varken, şimdi tam tersine dönmüş durumda. Dolayısıyla şu anda Erdoğan'ın yaptığı şey bu sayısal farka rağmen iktidarda kalmak. Bu nedenle de kendi tarafında korkacak olanlara söylediği şey, “Ben şimdiye kadar çoğunluk rızasıyla iktidarda kaldım. Ama çoğunluk rızasını kaybetsem de başka araçlarım var.” Gelecek bizimdir demesi tekrar %60-%40'ı yaratacağı iddiasını içermiyor. Çünkü bunun bir enstrümanı yok.

Ruşen Çakır: Ama, “Millet bizimledir” diyerek o rakamı tekrar bulacağını düşünüyor.
Kemal Can: Ama artık başka milletlerden bahsediyoruz. Burada değinmeden geçmeyelim, çok tartışmalı bir şey oluyor. İlginç biçimde bu iktidar stratejisinin içerisinde, neredeyse böyle 5 yılda bir tazelenen, özellikle bazı kritik noktalarda ki Gezi’de de yaşandı, şimdi de yaşanıyor, gündem konusunda Kürt’e ayrı mönü, Türk’e ayrı mönü hikâyesinin bir rastlantı olmadığını da görmemiz lazım. Bence orada çok lüzumsuz bir tartışma yaşanıyor. ‘’Siz o zaman yapmadınız, biz bu zaman yapmadık. Şimdi siz neredesiniz, o zaman siz neredeydiniz?’’ tartışması son derece saçma. Çünkü aslında bu meydanlardaki temel sloganın özetlediği, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” cümlesi, aslında her şeyi tanımlayan bir kucaklayıcılık. Dolayısıyla, bunun dışındaki bir perspektif ya da tartışma her zaman, bu ayrı mönüler denklemini çalıştıran ve çok problemli bir şey. Dolayısıyla, muhalefet dilindeki bu kıyasçı yaklaşımın her kesim açısından biraz temizlenmesi gerekiyor. Kendisini ‘’pamuk şeker’’ söyleminde ifade ederek kıyaslamadan, bir problemi işaret edebilmeyi becermek lazım. ‘’Onlara veriyorsunuz da niye bize vermiyorsunuz? Onlara verirseniz bize de verin’’ gibi bir kıyaslamayı, demokrasi ya da temel haklar yahut da ekonomik talepler konusunda bu dili bırakmak ve başka bir tartışma zemini yaratmak lazım.

Ruşen Çakır: DEM İstanbul Örgütü yarın Maltepe’deki mitinge katılma çağrısı yapmış. Şunu özellikle vurgulayayım: Konda Araştırma, Konda Barometresi’nin rapor bölümünün bir kısmını kamuoyuyla paylaştı. Konda Barometresi’ni aboneler için yapıyorlar biliyorsun. Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile başlayan ve tutuklanma, sokak eylemleri ile devam eden sürece dair yaptıkları araştırma sonucunu dün bir tweetle paylaştılar. Kemal, artık yavaş yavaş toparlayalım. Yarın Maltepe’deki mitingi canlı vereceğiz ve miting sonrası yine buradan çok sayıda konukla uzun bir canlı yayın yapmayı düşünüyoruz. Sen de katılacaksın, Kadri de katılacak. Başka konuklarımız da olacak. Çünkü yarınki miting çok önemli olacak. Bir de onu duymuşsundur belki, CHP bir imza kampanyası yapıyor.
Kemal Can: Evet. On üç milyon olan desteği 30 milyonluk bir erken seçim talebine çevirmek, yani iki katına çıkartmak.

Ruşen Çakır: Evet, öyle bir iddiaları var.
Kemal Can: Ama yayını kapatmadan şu iki noktaya da değinelim. Özellikle bu son birkaç gündür, Saraçhane mitingleri bittikten sonra da devam eden ve Saraçhane’nin son gününden daha önceki gün yaşanan, hakikaten çok problem olması gereken ve mutlaka daha sonra da hesabının sorulması gereken, öğrencilerin uğradığı bir şiddet tablosu var. Şimdi yavaş yavaş hem görüntüler hem ifadeler hem de dilekçeler ortaya çıkıyor. Sezgin Tanrıkulu da paylaştı, başka avukatlar da paylaşıyor. Hakikaten açık ve sistemli, öyle orantısız şiddet diye tarif edilemeyecek ağır bir işkence tablosu var. Bir bu. İkincisi, gözaltıların artık bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılması. Çünkü normalde, suçlandığı şeyden hüküm giyse bile hapiste yatmayacak insanları günlerce kötü koşullarda gözaltında tutmak kabul edilebilir bir şey değil. Bir de bütün bu tablo karşısında parti yok, bir AKP yok diyoruz ama kamu otoritesinin sorumlusu olan insanların, mesela İçişleri Bakanı’nın çıkıp, “Şu kadar polisimiz yaralandı, bu kadar gözaltı yaptık’’ söylemiyle, İçişleri Bakanı değil de Polis Bakanı rolüne geçmiş olması ya da Adalet Bakanı’nın işkenceden kötü muameleye, haksız ve hukuksuz davranıştan başka alanlara kadar, en azından usulen, ‘’soruşturuyoruz, araştırıyoruz, bakıyoruz, soruşturma açtık’’ dememesi…

Ruşen Çakır: Bir tek gazeteciler için yaptılar.
Kemal Can: Evet. Bir tane bile kamu görevlisiyle ilgili usulen bile bir soruşturma açılmamış olması, gelinen noktayı algılamak açısından bence önemli.

Ruşen Çakır: Evet, yarın canlı yayında karşınızda olacağız. Mitingin bitmesinden sonra uzun bir yayın olacak, öyle gözüküyor. Medyascope'a destek olmanızı, YouTube katıl ya da Patreon üzerinden destek olmanızı rica ediyorum. Bu zor, tarihi dönemlerde özgür yayıncılık yapmamız ancak sizlerin desteğiyle mümkün. ‘’Haftaya Bakış’ı sonlandırıyoruz. Hepinize çok teşekkürler. Haftaya görüşmek üzere. İyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
06.04.2025 Erdoğan’ın CHP ile ilgili hiçbir hesabı tutmadı
30.03.2025 Erdoğan insanların ne gönüllerini kazanabiliyor, ne de gözlerini korkutabiliyor
28.03.2025 Haftaya Bakış (260): Boykotun sonuçları | Maltepe mitingini beklerken
27.03.2025 Transatlantik: İmamoğlu operasyonu ABD'den nasıl görülüyor? | Hakan Fidan'ın ABD temasları
27.03.2025 CHP’nin boykot çağrısı niçin başarılı oldu?
26.03.2025 Erdoğan’ın CHP ve Özgür Özel öfkesi
26.03.2025 CHP kendisini aşıyor
25.03.2025 İmamoğlu operasyonu ile çözüm süreci arasında bağ var mı? Hamit Bozarslan yorumladı
25.03.2025 Özgür Özel mucizesi
24.03.2025 Erdoğan’ın on yanlış hesabı ve bundan sonrası için beş tespit
06.04.2025 Erdoğan’ın CHP ile ilgili hiçbir hesabı tutmadı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı